PARANIN DOĞDUĞU KENT
Sıcak, bunaltıcı bir gün. Gölmarmara’dan Salihli Ovası’na bakıyoruz. Bin tepelerden, Spil Dağı’na kadar uzanan ova, yeşilin her türlüsüne boyanmış. Ana yolun her iki tarafında, alabildiğine uzanan üzüm bağları var. Bahar mevsimi, tüm ovada yekpare vücut bulmuş. Akhisar’daki zeytin denizi burada yemyeşil bir üzüm denizine dönüşüyor. Üzümlerin arasında beyaz badanalı, basit, bağ evleri ve her evin önünde yazın üzümleri kurutmak için bağın büyüklüğüne uygun betondan, boş sergenler göze çarpıyor. Tarlaların ufkunda Spil Dağı, tüm heybetiyle ovayı selamlıyor. Mevsimin etkisiyle eriyen karlar, dağın zirvesinde bir öbek halinde birikmiş. Etrafında irili ufaklı tepeler ve uzantısı olan dağlarla ovanın sahibi gibi görünüyor.
Öğlen sıcağı, dağdan gelen sisle birleşince hava 20-25 derecelere çıkıyor. Bu görkemli manzarayı biraz seyredip ana yoldan ayrılıyoruz. Üzüm tarlalarının içinden tek şerit halinde uzanan bir köy yoluna sapıyoruz. Yine yolun sağında ve solunda üzüm bağları mevcut. Yolda yavaş giden bir traktörün arkasına takılıyoruz. Arabanın camını indirip köy yolunun tadını çıkarmaya devam ediyoruz. Asıl rotamız olan Sardes (Sart) tabelaları henüz ortada yok. Köy yolu ikiye ayrılıyor. Biz direksiyonu köprü tarafına kırarak Salihli’nin başladığı yerden devam ediyoruz. Köy evleri geride kalıyor. Şimdi yolun iki tarafında da apartmanlar, betondan bloklar halinde yükseliyor. Bu küçük ilçede bile betondan yapılar hâkimiyeti ele geçirmiş. Oysa az önce geçtiğimiz küçük köy ve yol, ilk çağ uygarlıklarından kalma bir kasaba görünümündeydi. Salihli’nin içinden bir süre geçtikten sonra Sardis tabelaları görünüyor. Yönümüzü güneybatı tarafına verip ilerliyoruz. 9-10 km kadar ilerledikten sonra bizi yolun sağ tarafındaki antik kalıntılar karşılıyor.
Antik şehri ziyarete gelmiş araçlar müzenin önündeki küçük otoparka sığmamış olacak ki biz de yolun kenarında arabayı durdurup yürümeye başlıyoruz. Yoğun bir kalabalık olmamakla beraber hatırı sayılır ziyaretçi sayısı dikkat çekiyor. Biletimizi alıp devam ediyoruz. Akrapole giden yolun sol tarafında eskiden zanaat erbabının işlerini yürüttüğü küçük dükkânlar var. Derli toplu bir görüntü oluşturmak amacıyla kalıntılara eski biçimi verilmeye çalışılmış. Güneş tepemizde parlamasına rağmen dağdan esen rüzgâr, hafif bir bahar esintisi de olsa bizi üşütmeye yetiyor. Dükkânları geride bırakıp doğu yönünden, sütunlu ön avluyu da geçerek Sard Sinagogu’nun içine giriyoruz. Yapı büyük oranda zarar görmüş. Yalnızca dış duvarlar yapıyı çevreliyor. Çatı kısmına ziyaretçilerin güneş altında rahat gezmeleri ve tabandaki mozaiklerin zarar görmemesi amacıyla beyaz masif taşların üstüne tente gerilmiş. Avlunun ortasındaki bir havuzun içinde yer alan, kupa ya da vazoya benzeyen mermer bir çeşme bulunuyor. Dönemin ayinlerinde, cemaatin elini yıkadığı bir yermiş. Duvarlarda dekorasyon için kullanılan mermer panolar, resimler yer alıyor. Sinagogdan ayrılıp doğu yönünden devam ediyoruz. Yönümüzü kuzeye verip Sardis Jimnazyumuna doğru ilerliyoruz. Jimnazyumun hemen karşısında “Bronzlu Ev” olarak anılan gösterişli bir yapı yer alıyor. Sütunların üzerine yine sütunlar bindirilerek yapılmış büyük bir yapı halinde uzanıyor. Yapıyı inceleyip, biraz dinlendikten sonra geldiğimiz yoldan gerisin geri dönüyoruz.
Başladığımız yere geri geldiğimizde hava biraz bulutlanıyor. Fakat hava daha da bunaltıcı hale geliyor. Rüzgâr durmuş. Yeni rotamız antik kente 1 km uzaklıktaki Artemis Tapınağı. Küçük bir köyün –dönüş yolunda köyün isminin Sartmahmut olduğunu öğreneceğiz– içinden inişli çıkışlı bir yolu kısa bir sürede geçtikten sonra tapınağa ulaşıyoruz. Tapınak antik kente kıyasla biraz daha yüksekte yer alıyor. Tapınağın sırtını verdiği dağ, bereketli bahar yağmurlarının etkisiyle yemyeşil otlarla kaplanmış. Tepelerden bulunduğumuz yere kadar kıpkırmızı gelincikler adeta düğün bayram havasında salınıyorlar. Yamaçlarda, hayvanlarını bu tertemiz, verimli otlaklarda yaymaya getiren köylü elinde asasıyla bir o yana bir bu yana gidiyor. Otlakların ışkınından olsa gerek keçiler kafalarını yerden kaldırmadan iştahla ziyafet çekiyorlar.
Antik kenti dolaşıp buraya gelen diğer ziyaretçilerle biraz yürüdükten sonra hedefimize ulaşıyoruz. Bir benzeri Efes’te bulunan Artesmis Tapınağı, döneminin İon tarzında yapılmış en büyük tapınaklarından biriymiş. Girişten elli metre kadar ileride, ilk göze çarpan, bütünlüğü bozulmamış iki uzun sütun var. Tapınağın iki tarafında yer alan, silindir biçimindeki kocaman mermer taşların üzerine oturtulduğunu tahmin ettiğimiz diğer sütunlar büyük ihtimalle savaşlar, deprem ve daha başka sebeplerle zarar görmüş. Sütunların üzerine bindirildiği silindir mermer taşların üzerindeki el işçiliği, doğrusu ilgi çekecek cinsten. Tamamı bir örnek desenlerin meydana getirdiği ahenk, dönemin sanat anlayışını yansıtıyor. Tapınağın kurulduğu yer ormanın içinde havadar, açık ve korunaklı. Biraz daha yükseklerde yayla köyleri başlıyor. Sardis şehrinin kurulduğu bu bölge tüm güzelliğini, heybetini verimli topraklarından ve munis havasından almış. Antik kente ve bölgeye ismini veren “Sart” kelime anlamı olarak “turuncu kuvars” taşı demekmiş. Yakınındaki bir çaydan çıkarılan bu değerli taş ve altın madeni dönemin ticaretini oldukça etkilemişe benziyor. Parayı bulan halk olan Lidyalılara ev sahipliği yapan bu zengin şehir ünlü Kral Yolu’nun da başlangıç noktası olarak biliniyor. Beton yapılardan uzakta, dağın içinde gizli kalmış bir hazine gibi duran bu taşlar, sütunlar, tapınak bana ölümü de ölümsüzlüğü de mümkün hissettirdi. Üç bin yıl önce var olan bu şehirde insanlar yaşamış, savaşmış ve ölmüş. Şimdiyse bambaşka bir dünyanın içinden bambaşka insanlar bu kentin ruhuna dokunuyor.
Bugün tapınağın etrafında açan gelincikler, üç bin yıl önce yine dünyanın en güzel, en verimli mevsiminde arzı endam ettiler. Tepelerin yamaçlarında keçi çobanları, hayvanlarını otlatıp asalarını salladılar. Yazın sıcaktan bunalan ova halkı, bugün olduğu gibi üç bin yıl önce serin yaylalara çıktı. Bir zeytin ağacının altında oturup bunları düşünürken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor insan. Bambaşka bir yere giderken uğradığımız Salihli’den şimdi ayrılma vakti diyerek Sardis’e veda ediyoruz.