Yorgun adımlarla trenden inip yürüyen merdivenlere yöneldi. İki gün önce vagondan indiği yerin tersi yönünde alt geçide inen merdivenleri görünce çölde vaha bulmuş kayıp bir gezgin gibi nasıl da sevinmişti. Hele alt geçidin içindeki asansörü keşfettiğinden bu yana değmesinler keyfine! Merdivenlerden iner inmez asansöre yöneldi. Düğmesine basıp bulunduğu kata çağırdı, gelince de daracık kabinin içine bitkin bedenini atıverdi. Tam o sırada arkasından onunla birlikte altmış yaş üstü olduğunu tahmin ettiği iki kadınla saçları kırlaşmış bir adam da asansöre sığışmaya çalıştılar. Onları görünce kendini biraz tuhaf hissetti. Kadınlardan bastonlu olanı farkında olmadan sırtıyla kapı açma düğmesine dokunmuş, kapının henüz kapanmadan açılmasına sebep olmuştu. Bunu fark edince de yüzünde mahcup bir ifadeyle sıkılarak:
-Kusura bakma kızım, yanlışlıkla oldu herhalde.
-…
Tekrar düğmeye bastı ve asansör nihayet yukarı doğru hareket etti. Kapı açılınca ihtiyarlar önden kendi arkadan çıktı. Kaldırımın başında öylece kalakaldı. Bu insancıkların asansörde olmalarının bir sebebi vardı. Onların içinde adeta sırıtıyordu. Bu durum onu biraz utandırmıştı. Gözleri dolu dolu oldu. Çok değil daha birkaç sene evvel sadece meydan okumak için ikişer üçer atlayarak tırmanırdı basamakları. Yaşadığı milyon kalabalık şehirde tren, otobüs, tramvay çıkışlarında, yürüyen merdiven sırasında öylece bekleyen insanlara acıyarak bakardı. Ne var yani üç beş basamak tırmansalardı! Sırf onlara bir şeyler anlatmak için yanlarından uçar gibi geçer dimdik merdivenleri yürürdü. Bu onda her defasında garip bir üstünlük duygusu yaratırdı. Elbette küçük gösterisinin en mühim olayı koşar adım çıktığı basamaklarda hiç nefes nefese kalmıyor oluşuydu. O zamanlar bu küçük gösteriler ona kendini özgür ve güçlü hissettirmeye yetiyordu.
Üç beş yılda ne değişmişti de asansör bulduğuna sevindiriyordu hayat onu. Hayatı yaşanır kılan bilinmezlik duygusu, hiç bilmediğin bir şehrin sokaklarında yürümenin verdiği o vahşi haz, işte o kaybolmuştu belki de. Savaşmanın insanı diri tutan o dayanılmaz gücü yok oluvermişti birdenbire. Trenden in merdivene bin alt geçitte yürü, eve çıkan dik merdivenleri tırman derken her defasında kendini yaşamı sorgularken, aynı şeyleri yaparken buluyordu. Bacaklarındaki dermansızlık, yüreğindeki umutsuzluk, zihnindeki yorgunluk her nefes nefese kalışında üzerine bir avuç toprak atıyorlarmış gibi hissettiriyordu. Bir cenderede sıkışıp kalmıştı. Böyle hissediyordu. İtiraf etmek güç olsa da en zoru kendine meydan okumaktı. Evet, başkalarını kandırmak, onlara küçük gösteriler yapmak eğlenceliydi fakat en zoru kendine meydan okumak, ruhunun en derinlerine gizlenmiş o özü, korkmuş, sinmiş benliği ikna etmekti.
Çocukken hiç başarılı olamadığı o dersin başına oturur hocanın yazdırdığı örneklere bakar bakar hiçbir şey anlamazdı. Yine de o masanın başından kalkmazdı. Ne masa, ne karmakarışık konular ne de defalarca sıfır aldığı ders onu yıldırmaz, usandırmazdı. Arkadaşlarının birlikte oynadıkları oyunlarda kafasına uymayan her şeyi takır takır söyler, hileleri ortaya döker sonra oyundan atılır yine de küsmezdi. Uyur, uyanır her şeye yeniden başlardı. Yalnız kalmak onu korkutmazdı çünkü boyuna hayal kurar, hayallerinde savaşırdı. Tamam, o zamanlar çocuktu ama değişen boyu, kilosu, yaşı olmaktan çok öte bir şeydi. Yeni şehirler keşfetmeye, yeni duygular hissetmeye, bilinmezliğin korkunçluğunda kaybolmanın hazzını yaşamaya ikna etmeliydi içindekini. Bunu kendine rağmen, içindeki korkak, garantici, güvenmekten nefret eden vahşi hayvana rağmen yapmalıydı. Savaşmalıydı. Onu dinç tutan, yere düşürmeyen bir mücadele alanı yaratmalıydı. Her durumu, her olayı baştan kabullenen, her şeyi bildiğini sanan o ukalayı susturmalı bazen saflığın büyüsüne kapılmalıydı. Yürüyen merdivenlerin, daracık asansörlerin otomatik tekdüzeliğinde yitip gitmek için henüz erkendi.
Müthiş sadelik ve akıcılık. Bir paragraf dahi okurken üşenen ben, bir paragraf daha aradı gözüm. Kalemine sağlık hemşom 😉
Teşekkür ederim hemşom😊Yeni paragraflarda buluşmak dileğiyle, keyifli okumalar.📖