“Öfke bir sınır savunmasıdır.”
İnsan, toplumsal yaşam içinde aciz bir varlıktır. Gösterişli kıyafetleri, fütursuz lafazanlıkları ve politik duruşlarıyla modern hayatın kusurlu canlıları haline gelmekte epey yol kat etmişlerdir. Modern insan etrafında dönen bunca budalalığın, çirkinliğin ve laçkalığın çoğunlukla farkında olmakla beraber sanki olan bitenden bihabermişçesine davranmakta herhangi bir beis görmez. Ve hatta bazıları bunca şaklabanlığa, maymunluğa bile isteye katlandığını da utanmadan itiraf eder ki zaten en vahimi budur. Hele bir de her adımı hesaplı, ağzından çıkan her lafü güzafla akşam başını yastığa huzurla koyan bir güruh vardır ki bunlara acımaktan başka elden ne gelir ki?
Günümüz insanı sahici olanın hakkından öyle güzel gelmiştir ki, sahtelikler dünyanın dört yanında kol gezerken kendi gerçekliğini inkâr etmeyen üç beş insan bunlara tahammül etmekle adeta cehennemi yaşamaktadır. Korkusunu, sevincini, öfkesini yaşamaktan ve göstermekten asla çekinmeyen, korkmayan bu insanlar toplumda asla sevilmezler. Maskesiz yaşamak yürek ister. Ve bu yürek ve bu korkusuzluk bu sahte insanlarda asla yoktur. Bu sahte insanlar, iş ortamlarında, evde, sokakta rol yapmaktan müthiş mutluluk duyarlar. Çünkü en zor rol kendini oynamaktır. Kendine tahammülü olmayan bir insanın da kendi gerçekliğini yadsıması gayet olağandır. Bunda şaşılacak hiçbir tuhaflık yoktur. Asıl tuhaflık bu insanlardan toplumsal bir bilinç ve farkındalık beklemektir. Bunca insanın bir gün değişeceğini düşünmek romantik bir düş, pembeye boyanmış bir hayal olmaktan öteye geçmez.
Gerçek insanların sahici öfkelerinden beslenen bu sahte insan, aynaya her baktığında kendine, kendi varlığına yabancılaşmış bir madde görür. Genellikle tek başlarına karar veremeyen, bir sosyal sınıfa, gruba dahil olmayı yaşamının en büyük amacı sayan bu insancıkların olan bitenle ilgili herhangi bir fikirleri de yoktur. Fikirleri olmadığı gibi duyguları da yapmacıktır. Gülümsemeleri bile yalan olan bu insanların güldükleri şakalar, dinledikleri şarkılar, okudukları kitaplar belli bir algoritmanın ürünüdür. Algoritma dışında yiyemez, içemez, giyinemez, gülemez hatta ağlayamazlar. Ezberlenmiş hayatlarını, tasarlanmış seçimlerini ellerinden aldığınızda sudan çıkmış balık gibi çırpınıp dururlar. Mücadele edemez, karşı koyamazlar. Kalplerinde, zihinlerinde, ruhlarında mücadele hiçbir zaman var olmamıştır. Büyük bir korkunun yani gerçekten yaşama korkusunun karanlık odalarında kör bir köstebek gibi gezinip dururlar. Yerin altından toprağa çıkmak, güneşin kör edici ışığına korkusuzca bakmak, ciğerlerini yakan havayı içine çekmek ve bir insanın gözlerinin içine korkusuzca, derin derin, uzun uzun bakabilmekten ölümüne korkarlar. Çok korkarlar. Öfkelenmekten bile korkarlar. Bir köşeye sinip öfkelerini yatıştırıp yaşadığının bir illüzyon olduğuna kendilerini inandırıp aciz yaşamlarına devam ederler. Kaldı ki öfkelenmek onlar için çok gereksizdir. Mücadele etmek enayiliktir. Bomboş bakan, gözlerinin feri sönmüş, tek derdi günü tamamlamak olan bu insanlar dünya kurulalı beri varlar, hep var olacaklar.
Şimdi gelelim bunların sosyolojik ve psikolojik gerçekliklerine:
- Sınırları yoktur.
Burada bahsettiğim sınır, aşılmaması gereken bir sınır değil elbette. Her duyguyu, her fikri kolayca kabul edebilir mantıklarına uyarlayıp, sindirirler. Bu da sınırsızlıktır. Oysa gerçek insan kendine sınırlar koyar. Duygularla, fikirlerle ve diğer insanlarla arasına bir duvar örer ve gerektiğinde, zamanı geldiğinde o duvarı da sınırı da kendi gerçekliğine uygun yollardan geçerek yıkar, aşar.
- Yanlışa yanlış deme cesaretleri yoktur.
Yanlışı gören her insan bu yanlıştan fiziksel ve ruhsal rahatsızlık duyma halindedir. İstemediğim bir ortamda başım ağrır. Oturmak istemediğim o masada gözüm kararır. Fakat bu insanlar yalnız kaldıklarında kendilerine bile “aslında bu yanlıştı” diyemezler.
Ne acı! Yine midem bulanıyor.
- Diğer insanları kullanamadıklarında prensip sahibi gerçek insanları taklit ederler.
Belki de en korkuncu budur. Bu arada taklit yetenekleri çok güçlüdür. Ama kendileri gibi, onlara birebir benzeyen insanlar karşısında tabi. Gerçek insanlar oynadıkları rolü çabuk çözerler.
Tahammül sınırlarım zorlandığında, öfkemi kontrol altına almak bir medeniyet göstergesidir. İnsan olmanın bir sonucudur. Ancak sahte bir yaşamın ön koşulu değildir. Tepkisel olmak hiçbir zaman politik olmasa da sizi insan yapar. Yerinde öfke, dozunu aşmamış sağlam bir duruştur. Dünyanın sağlam duruşlu insanlara ihtiyacı olduğunu biliyorum. Daha çoğuyla tanışmamış olsam da orada bir yerlerde gerçek insanlar olduğunu biliyorum. Ben tüm gerçekliğimle buradayım. Korkunun krallığında adil bir yaşamı düşlemek, yanlışa yanlış demenin erdemini arzulamak bir pembe düş, bir imkânsız hayal değil. Bu yolda yürürken sahte insanları ikna edemem, bunun farkındayım. Zaten derdim onları ikna etmek değil. Gerçek insanları bulmak. Derdim bir gün, bir yerlerde onlarla karşılaşmak…